Kredi kartı kullananların çoğu kısa zamanda kart bağımlısı oluyor. Reklamlar, alışveriş merkezlerinin iç dizaynı, indirimler, taksit imkânları ve daha pek çok etken bu bağımlılığı daha da artırıyor. Önce borçlu yaşam süreci başlıyor. Çoğunlukla bu süreci iflâslar, intiharlar, aile faciaları, hattâ cinayetler izliyor. Tıpkı uyuşturucu bağımlılığında olduğu gibi.
“Plastik para” olarak adlandırılan kredi kartları, öylesine cazip imkânlarla ve göz alıcı reklamlarla sunuluyor ki, bizzat sistemin içinde çalışan, artıları ve eksileriyle kredi kartlarını çok yakından bilen pek çok finans sektörü uzmanı “kartzede” grubunda yerlerini almış durumda.
Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Ergur, 18 değişik banka ve finans kurumunda görev yapan genel müdüründen memuruna kadar 60 finans uzmanı üzerinde “kişiler arası derinlemesine mülâkat tekniği” ile bir araştırma yaptı.
Buna göre, araştırmaya katılanların % 30’u sadece bir, % 22’si iki, % 31’i üç ve % 16’sı da dört ve dörtten fazla kredi kartına sahip bulunmakta. Bu kişilerin % 67’si kredi kartı kullanımı yüzünden harcamalarının arttığını belirtirken, % 45’i de kart kullanmaya başladıkları günden beri tasarruf yapamadıklarını söyledi. % 55’i ise “hep borçlu” olduklarını ifade etti. Araştırmaya katılanların % 53’ü rahatlamak için alışverişe çıktıklarını söylerken, % 12’si farkında olmadan aşırı seviyede alışveriş yaptıklarından yakındı.
Görüldüğü gibi, bu araştırmaya katılanlar gerek gelir, gerekse kültürel açıdan yüksek seviyeli bir kesimi oluşturmakta. Bunun açık göstergelerinden birisi katılanların % 92’sinin aldıkları maaşın İstanbul şartlarında gayet yüksek olduğunu söylemeleriydi. Ayrıca % 55’i giyim alışverişlerinde alternatif aramadıklarını, hep seçkin mağazaları ve markaları tercih ettiklerini belirttiler.
Finans sektöründe çalışanlar üzerinde yapılan bu araştırma, bir sosyolog olan Yrd. Doç. Ali Ergur’a göre ibretli sonuçlarla dolu. “Bu kişiler sistemi üreten kişilerdi ve dolayısıyla sistemi çok iyi bildiklerini umduğumuz kimselerdi,” diyen Ergur, kredi kartının tercih sebeplerini şöyle aktarıyor: “Kredi kartının tercih edilmesinin sebebi, beklentilerin çok artması, özlemlerin çok artması, bu özlemlerin düşüncelerden, fikirlerden çok tüketim nesnelerine indirgenmiş olmasıdır. İnsanlardaki tatmin, fikirlerden veya manevî etkenlerden çok doğrudan doğruya maddî, anlık tüketime indirgenmiş durumda. Ayrıca kredi kartları, geliri kısıtlı büyük bir insan kitlesinin arzu ettikleri ve şiddetle kendini arzulatan tüketim nesnelerine erişmelerini kolaylaştıran bir araç. Bu yönden de kredi kartları tercih edilmekte.”
Yrd. Doç. Ergur, kredi kartı kullanımıyla ihtiyaç dışı alışverişler arasındaki sıkı ilişkiye de dikkat çekiyor: “Burada iki nokta var: Birincisi, alışveriş merkezlerinin kuruluş şekli. Süpermarketlerin, hipermarketlerin iç düzeni, alıcıların her zaman ihtiyacından fazlasını almalarını sağlayıcı özelliklerle hazırlanıyor. Buna bir de kredi kartı avantajları eklenince istediğinize, istediğiniz şekilde ve hemen sahip olabiliyorsunuz. İstediğiniz ürünü hemen alışveriş sepetine atabiliyorsunuz. İşin esprisi de orada zaten.” Kredi kartı kullanımını özendiren ve cazip hale getiren etkenlerin başında hiç şüphesiz reklamlar geliyor. Sürekli yayınlanan reklamlar aracılığıyla, insanlarda kredi kartı kullanımıyla sanki kendi parasını değil de, başkasının parasını harcıyormuş gibi bir izlenim oluşturuluyor. Bu propaganda öylesine etkili ki, bizzat sistemin içinde olanları bile kolları arasına alabiliyor.
“Kredi kartının çok garip bir özelliği var. Zamanla borç algılamamız değişiyor. İnsanlar artık kredi kartlarından çektikleri kredileri bir süre sonra borç olarak algılamamaya başlıyorlar. Sanki hiç ödenmeyecekmiş, sanki bir başkası ödeyecekmiş gibi algılamaya başlıyorlar” diyen Yrd. Doç. Ergur konuyu finans sektöründe çalışanların tutumuna getiriyor: “Aynı yaklaşımı bu durumun bilgisine ve bilincine en fazla sahip olmalarını umduğumuz kişilerde de gözlemledik. Her ne kadar sistemin mekanizmasını biliyorlarsa da, kredi kartı ve buna ek olarak her türlü borç kullanımı, örneğin tüketici kredisi gibi cazip şartlarla sunulan borçlanma şekilleri hakkında aynı zaaf onlar için de geçerli.”
Yrd. Doç. Ergur’a göre bu durumun bir de psikolojik boyutu var: “İş ortamında insanların kendilerine ayıracakları zaman çok az. Öyle ki, içinde bulundukları sistem bilinçlerine el koyuyor. Bu yüzden insanların serbest hareket alanları azalıyor. İnsanlara kendi istekleri doğrultusunda hareket alanı açmak yerine, paket halinde huzur veren ortamlar hazırlanıyor ve sunuluyor. Bunların en başında da diledikleri ürünü diledikleri şekilde ve zamanda alabilecekleri alışveriş merkezleri ve bu merkezlerde diledikleri şekilde harcama yapabilecekleri kredi kartları geliyor. Böyle bir sistem içinde herşeyden önce insanların bireylik özellikleri gelişemediği için, paketlenmiş eğlence ve dinlence yerleri dışında alternatif arama zahmetine de girmiyorlar. Önlerinde hazır buldukları araçları kullanarak kendilerince huzur bulduklarını zannediyorlar.”
Bir de “borçlu yaşam” olgusu var. Kredi kartına bir kez elini verip kolunu kaptıranlar, en iyi ihtimalle borçlu yaşam tarzını benimsemek zorunda kalıyorlar. “İnsanlar borçlu yaşam döngüsü içinde bir denge oluşturmaya çalışıyorlar. Sonuçta her gelir grubu kendi gelirine göre tüketime yöneliyor ve her gelir grubu kendisine göre borçlanma ve borçlu yaşam döngüsünü kuruyor. Böyle bir döngüde gelirin çok düşük veya çok yüksek olması fark etmiyor. Sonuçta borçluluk döngüsü süreklilik kazanıyor.”
Borçlu yaşam anlayışının iyice yerleşmesi ise Yrd. Doç. Ergur’a göre insanlarda yine derin psikolojik etkiler oluşturuyor. “Borçlu yaşam tarzı bu kez insanların bireylik özelliğini daha çok baskı altına alıyor. Bu baskı ile insanlar kendilerini üretimle ifade edemeyince tüketimle ifade etmeye çalışıyorlar. Çünkü insan toplumsal olarak kendisini ifade etmek isteyen bir yapıya sahip.” Kısır döngü böylece tamamlanmış oluyor. Kredi kartıyla borçlu yaşama adım atanlar, borçların altında ezilmişliğin verdiği psikolojik tepkiyle kendilerini “tüketim” yoluyla ispatlamaya çalışıyorlar. Tüketim daha çok harcamayı, daha çok harcama daha çok borçlanmayı ve daha çok borçlanma da daha çok kendini ispatlama kaygısını tetikliyor.
Yrd. Doç. Ergur, ülkemizde yaşanan kriz döneminde bile kredi kartı kullanımının düşmeyişini, araştırmaya katılanların % 17 gibi azımsanmayacak bir kesimin, kredi kartı borçlarını kapatmak için yine tüketici kredisi almalarını bu görüşüne delil olarak gösteriyor. “Krizin en şiddetli olduğu dönemlerde dahi kredi kartı kullanımı yüksek oranda devam etti. Çünkü görüşlerini aldığımız kişilerin çoğunluğu kriz dönemine borçlu olarak girmişlerdi. Kriz döneminde yine kredi kullanarak borcu borçla ödemeyi, yani borç yönetimini seçtiler.”
Kredi kartı kullanımı, alışkanlıklarımıza kadar pek çok özelliğimizi değiştirmiş durumda. “Kredi kartı kullanımının artmasıyla öteden beri insanlarınmızın en belirgin özelliği olan pazarlık yapma işlemi de yok oldu. Bunda yine alışveriş merkezlerinin dizaynı ile, kredi kartı kullanan insanlarda sanki parayı başkası ödüyormuş gibi bir duygunun hakim olmasının etkisi var. Bu durum aslında insanlarımızın kamu mallarına karşı yaklaşımlarına çok benziyor.
Örneğin, kamusal alanda insanların kullanımına sunulmuş birşeyi sanki başkasının malıymış gibi kötü kullanıyor insanlarımız. Halbuki o mal bizden kesilen vergilerle oraya konuluyor. Sonuçta tahrip ettiğimiz veya hor kullandığımız eşya bize ait. İsraf ettiğimiz o mal bizim malımız. İşte kamu mallarına yönelik kayıtsızlığımıza benzer bir yaklaşım kredi kartlarında da söz konusu. Kullandığımız krediyi veya kontrol dışı yaptığımız alışverişlerimizin parasını sanki başkası ödeyecekmiş gibi hareket ediyoruz.” Kredi kartları hayata bakış açımızı da değiştirdi.
Yrd. Doç. Ergur’a göre, kredi kartları yüzünden insanlar artık “anlık” yaşamaya başladılar. “İnsanlar satın alma ve aldıklarını kullanma açısından daha esnek bir yapıya büründüler. Aldıkları ürünü daha işlevsiz olarak kullanır oldular. Hattâ hiç ihtiyaçları olmadığı halde aldıkları ürünleri kullanmadan atanların sayısı azımsanmayacak kadar var.” Anlık yaşama anlayışı, zaman kavramını algılayış biçiminde de önemli değişimlere yol açtı. İnsanlar artık “geleceksizleşmiş bugün” anlayışı ile yaşıyor. Yarını bugünden yaşama imkânları alabildiğine genişlediği için, insanlar geleceklerini şimdiden tüketme yarışına girdiler. Tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla sunulan avantajları kullanma uğruna artık gelecek planları da kuramaz oldular. İnsanlar artık gelecekte bir ev, araba, eşya ve benzeri şeyleri hayal edip onun için çalışmak yerine, hemen sunulan tüketici kredisiyle hedeflediği şeyleri o anda elde edebiliyor. Ama yarını şimdiden yaşamanın bedeli çok ağır. Büyük borç yükü altına giren insanlar, bu kez borçlu yaşam tarzını benimsemek zorunda kalıyorlar.
Bu makale Doç.Dr.Ali Ergur tarafından yazılmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder