Konuya Nick adında bir demiryolu isçisinin öyküsüyle başlamak istiyorum.
Nick güçlü, sağlıklı bir işçi, manevra sahasında çalışıyor. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki, kötümser biri, her şeyin kötüsünü bekliyor ve başına kötü şeyler geleceğinden korkuyor. Bir yaz günü, tren isçileri, ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılıyorlar. Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick, yanlışlıkla içerden kapıyı kapatıyor, kendini soğutucu vagona kilitliyor.
Diğer işçiler Nick’in kendilerinden önce çıktığını düşünerek çalışma alanından ayrılıyorlar. Nick kapıyı tekmeliyor, bağırıyor ama kimse duymuyor, duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda olduğu için pek kulak vermiyorlar.
Nick burada donarak öleceğinden korkmaya başlıyor. Eğer buradan çıkmazsam, burada kaskatı donacağım diye düşünmeye başlıyor.
İçerde yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine giriyor. Titremeye başlıyor. Eline geçirdiği bir kağıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazıyor:
“Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir.”Ertesi gün soğutucu vagonun kapısını açan işiler, Nick’in donmuş bedenini buluyorlar.
Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü gösteriyor.
Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk ve çalışmıyor olması. Vagonun içindeki ısı 18 derece, ve vagonda bol hava var. Nick’in donarak ölmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil. Nick’in korkusu, kendini gerçekleştiren kehanet oluyor.
Buna benzer bir örnekte de bilim adamları bir araştırma yapıyorlar, araştırma için idam cezası almış bir mahkum buluyorlar.
Mahkuma bilim ve insanlık için çok önemli bir araştırma yaptıklarını, ancak bu araştırmada eğer kabul ederse çok ciddi bir beyin operasyonu geçireceğini, operasyondan sonra kanamasının devam edeceğini ve aynı gün öleceğini söylüyorlar.
Zaten 3 gün sonra idam edilecek olan mahkum ölmeden önce bilime bir faydamız olsun diye düşünerek araştırmaya katılmayı kabul ediyor.
Ertesi gün mahkum cezaevinden bayıltılarak çıkartılıyor, fakat kendisine hiçbir müdahalede bulunulmuyor. Mahkuma ayıldığında operasyonun yapıldığı söyleniyor ve tekrar cezaevine geri götürülüyor. Ertesi sabah mahkum ölü olarak bulunuyor ve nedeni de aşırı derecede kan kaybı olarak belirleniyor.
Kendini gerçekleştiren kehanet kişinin başına gelebileceklerle ilgili öngördüğü şeylerin bir biçimde vuku bulması ve gerçekleşmesidir.
Bu çoğu zaman bilinçli bir durum değildir. Kimse başına kötü şeylerin gelmesini istemez ama kişilik özelliği olarak daha kötümser olan ve hayatta başına hep kötü şeylerin geleceğine inanan, şanssız olduklarını düşünen insanların farkında olmadan yaşadıkları bundan başka bir şey de değildir.
Hepimiz zaman zaman şu sözcükleri söyler ya da başkalarından işitiriz.
“Her şey üst üste geliyor”
“Bütün uğursuzluklar da gelip beni bulur zaten”
“Bende şans olsaydı anamdan kız doğardım.”
Bir süre sonra telaffuz ettiğimiz bu gibi genellemeler bizim gerçeğimizle örtüşmeye başlar. Bunun nedeni aslında gerçekten bütün uğursuzlukların gelip bizi bulmak istemesi midir?
Bütün şanssızlıklar bizim için mi vardır?
Yaşadığımız güzel olaylar yok mudur?
Daha pozitif bakabilsek hayata, yinede de yaşadıklarımız değişmez mi?
Doğru yanıtı bulmak için doğru soruları sormak çok önemlidir.
Doğru soruları sorarken kendi doğrularımız da bizim rehberimiz olacaktır.
Kendini gerçekleştiren kehanetlerimiz vardır.
Başka bir örnekle açıklamak gerekirse kendisinin değer görmediğini, sevilmediğini düşünen birisi çevresindeki her türlü reaksiyonu, kendisiyle iletişime geçen insanların söylediklerini negatif algılayacak, onlara düşmanca ve şüpheyle yaklaşacak, bir süre sonra gerçekten çevresi tarafından dışlanan sevilmeyen bir insan haline gelecek ve bu durumda da son olarak iç sesi kendisine şunu söyleyecektir. Ben zaten biliyordum beni sevmediklerini.
Kişi kendi kehanetini bir süre sonra farkında olmadan sergilediği davranışlarla gerçekleştirmiş olacaktır. Bu durumda bile kendi haklılığının pekiştiğini düşünerek kendi davranışları konusunda iç görü geliştiremeyecektir.
Bu kuram Pigmalion Etkisi olarak da tanımlanır. Bu kurama göre diğer kişiler hakkında hatalı görüşleri bulunan birey, kendi hatalı görüşlerini doğrulayacak şekilde davranır ve hedef kişilerde aynı yönde davranışlar sergiler, kişinin hedef kişiler hakkında beklentiler oluşturması, ardından da bu beklentilere göre davranması ve sonuçta da diğer kişilerin bu beklentiye uygun şekilde tavır sergilemesiyle beklentiler doğrulanır.
Burada diğerlerinin davranışlarını kişinin kendi beklentileri belirler. Kendisi hakkında olumsuz düşüncelere ve benlik imajına sahip bir insan, kendisinin eğlenceli bir insan olmadığını kimsenin ona katlanmayacağını, ondan hoşlanabilecek insanların olmadığını düşündüğünde, diğer kişilere bu beklentisine uygun şekilde davranacak, başkalarına karşı surat asacak, bunun neticesinde de diğer kişiler tarafından aranıp sorulmayan bir insan olacaktır.
Başkalarından aldığımız geri bildirimlerde bu yönde bizim iç gerçeğimizle bütünleşir.
Bir insana sevilen bir insan olduğunu hissettirirseniz gerçekten daha mutlu ve sevilen bir birey olur.
Bir çocuğa zeki bir çocuk olduğunu hissettirirseniz o çocuk bir süre sonra daha Başarılı bir öğrenci olmaya başlar. Kendinizin değerli olduğuna inanırsanız gerçekten değer verilen bir birey olursunuz ve kehanet gerçekleşir. Başkalarının bize vereceği geri bildirimler bu yönde etkilenmiş olur. Değer verilmeyen, itici, şanssız bir insan olduğumuza inanırsak şanssızlıklar hep bizi bulur. Neye inanıyorsak başımıza o gelir, bu durumda başımıza ne gelmesini istiyorsak ona inanmayı öğrenmek gerekir.
Yazan : Psk. Nur GEZER
0 yorum:
Yorum Gönder